3 Aralık 2013 Salı

Okulun İlk Günü

08/12/2010

Anam yüzümü sildi. Siyah önlük ve beyaz yakalıkla, kollarımdan kavrayarak bir baktı. Gözleri parlıyordu. Okula başlıyordum. Dördü kız olan beş cocuğunun en büyüğü; oğlu okula başlıyordu. Kucakladı beni. Bütün umudu bendim. O ardımdan bakarken evden çıktım. Evin avlusu ana baba günüydü. Sanki bütün mahalle oradaydı. Büyük çocuklar avlumuzda satılan simit ve saleplerini yerken ilk başlayanlar heyecan ve korku içindeydiler. Ağlayanlar okuldan korkanlar büyük gürültü oluşturuyordu. Korkmamak elde değildi. Ağbiler anlatıyordu... öğretmen kızılcık sopasıyla vuruyor... kocaman iğneyle aşı yapıyorlardı... Bütün bunlar okul korkusu yaratıyordu minik yüreğimizde. Zaten mahallede 3. sınıftan sonra okula devam eden pek nadirdi. Okulu bırakan cocukların anaları , "Okumayı öğrendi ya... Askerde mektubunu yazsın yeter..." diyerek teselli oluyordu. Kimsede çocuklarının okuyup doktor öğretmen olması ümidi yoktu... Olmazdı... olamazdı...


-Ana ben arkadaşlarımla gidiyorum, dedim anama el sallayarak. Arkadaşlarımla koşarak çimenliğe geçtik. Mahallenin arkasıydı. At yarışlarının yapıldığı teyyare meydanı olarak kullanılmış çok geniş bir çimenlikti. Hidrellezde bütün Samsun buraya gelir piknik yapardı. Alan tel ile çevrilmişti. Pala dediğimiz ve çok korktuğumuz bir bekçi tarafından korunuyordu. Çimenliğin kenarından okula doğru yürüyor, koşuyor, koşuyorduk. Heyecanlıydık. Okulumuz yeni açılan bir okuldu. Öğretmenlerin nezaretinde toplandığımız bahçede sınıflara ayrıldık. Mahalleden dokuz arkadaşımla aynı sınıftaydık. Birbirimizle olan samimiyetimiz diğer öğrencilerin dikkatini çekiyor, bize biraz korkarak bakıyorlardı. Kimbilir bizim hakkımızda neler düşünüyorlardı. Bahçede Yalnız gördüklerinde hemen Çingene diyerek öfkelerini kusuyorlardı. Çok eziliyor ve üzülüyorduk.Bu yüzden hep beraber gezmeye çalışıyor ve sık sık kavgalara tutuşuyorduk.

Okul yeni olduğundan öğretmen açığı bulunuyordu. Bizim öğretmenimiz yoktu. Beşinci sınıftan bir öğrenci sınıfta öğretmenlik yapmaya çalışıyor; ancak koşturmamızı ve gürültümüzü engelleyebiliyordu.... Okula içinde 20 yapraklı bir defterin olduğu çantayla gidiyordum, 4. ve 5. Sınıflarda okuyan çocukların dolu dolu çantalarına "Ne zaman benim de bu kadar kitabım olacak." diye imrenerek bakıyordum...

Birkaç hafta sonra büyük sel olmuş bir ay gibi okula gidememiştik. Tekrar okula başladığımızda sınıfımıza öğretmen atanmıştı. Biz henüz henüz kalem tutmayı öğrenmeye başlarken ilk karne zamanı yaklaşmıştı. Öğretmenimiz bizi sıkı sıkı çalıştırıyor, diğer sınıflarla aradaki farkı kapatmaya çalışıyordu. Sınıftaki dokuz Çingene arkadaş en arkada yanyana oturuyorduk. Bir gün öğretmenimiz -Kim adını soyadını yazacak, çalışkanlar grubuna girecek, dedi.

Önümüzdeki sırada oturan Ali tahtaya kalktı. Ali AK yazdı ve aferin aldı, çalışkanlar grubuna girdi. Ben de çalışkan olmak istiyordum... Öff!!!! Benim adım soyadım ne kadar uzun dedim kendime. M-e-t-i-n Ö-Z-B-A-S-K-I-C-I. Ne gerek vardı bu kadar uzun isim koymaya... Ne olursa olsun çalışkanlar grubuna girmeliydim. O akşam yaza yaza adımı yazmayı öğrendim. Sabah sınıfa girer girmez: -Ben adımı yazıyorum öğretmenim, dedim. Yazdım ve öğretmen beni arkadaşlarımın yanından kaldırdı. Önsıralardan birine oturttu. Yeni sıra arkadaşlarım bana iyi davranmasına rağmen rahat değildim. İlk tenefüste eski sırama, mahalle arkadaşlarımın yanına geçtim. Öğretmen biraz da kızarak tekrar beni yeni yerime aldı. Öğretmenin ilgisi hoşuma gitmişti, çalışkanlar sırasında oturmak da keyif veriyordu... Mahallede bütün komşuların ve akrabaların çok zeki olduğumu, bu celimsiz pısırık cocuğun doktor olacağını söylemesi bana haz veriyor ve ben daha çalışkan olmaya gayret ediyordum.
Bir gün ders arasında Dayımın oğlu Raci eliyle sıraya vuruyor, ramazan davulcusu gibi ritm atıyordu. İçeri öğretmenimizin girdiğini farkedemedi bile. -Ne o Çingenelerin davulcusu mu geldi?, dedi öğretmenimiz. Bizler bir anda yüzümüzün kızardığını herkezin bize baktığını hissettik. Dokunsalar ağlayacaktık. Zaten ne zaman sınıfta birinin kalemi silgisi kaybolsa ilk şüpheli biz oluyorduk. Çingene olmak ne kadar zordu. Herkesin bizimle alay etme hakkı vardı sanki. Pek çok Çingene bu duygularla okuldan ve çevreden soğumuş, okuyacam da ne olacak önyargısıyla erkenden okulu bırakmıştı.

Tenefüste çok üzgündük. Diğer cocukların bakışları daha fazla batmaya başlamıştı sanki... -Biz okuyalım cocuklar dedim. Biz çoğundan akıllıyız. Görmüyor musunuz aptal H...'yi. -O bile bizi beğenmiyor, diyerek onlara güven ve hırs vermeye çalışıyordum. İçimde o ezikliği dışlanmışlığı yaşasam da... Aman cocuklar bir yanlış yapmayalım diyordum.

Okuldan çıkarken yollarda bize laf atan çocukları sıkıştırıyor, döverek öfkemizi alıyorduk... Yıllar sonra çok sıkı dost olduğumuz arkadaşlarımızdan biri olan Tuğrul zaman zaman çay sohbetlerinde burnunu nasıl kanattığımızı anlatır durur. Bizi tanıdıkca sevmis ve sıkı dostlarımızdan biri olmuştu... Pek çok dostlarımız gibi....

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder